15 Ekim 2010 Cuma

Selam ve sıhhat ile..
"her şeye 'selam'la başlamaya alışığız da 'sıhhat' de nerden çıktı be kardeşim?!" diyişlerinizi duyar gibiyim.. hemen açıklıyayım.. şu 3 günlük tatile hasta olarak girdim malesef.. kış başlangıcı, beni grip başlangıcına sürükledi ve yatak döşek yatmakta olduğum şu vakitte bermuda şeytan üçgenini oluşturma hevesi içindeyim..:)  "yatak, döşek ve blog" :))
hem şu hastalık mevzuunu kapamak hem de bunun nedenini açıklayarak başka bir konuya geçiş yapmak istiyorum..
Çarşamba günü okul çıkışı yağmur altında 1saat taksimde bekleyip arkadaşımla vuslata erdikten sonra, şöyle küçük bir gezi turu yaptık.. akşam saatlerinde Boğaz havası almak öyle yaradı ki, bi banka oturduk ve seyre daldık İstanbul'u..
Evet İstanbul.. o an görebildiğim kadardı kendileri; balık tutan bir adam, hemen yanıbaşında bir kova, kovanın içinde cinsi belli olmayan (yahut benim bilmediğim) birkaç çift balık, akabinde başka bir ihtiyar, ihtiyarın elinde eskice bir olta, oltanın ucunda dumanı üstünde çeyrek ekmek, ekmek balıkların ağzında, fakat balıklar hala denizde, ihtiyarın kovası boş, yalnız, üzgün ve buram buram yaşıyor hüznü...
işte tam o anda kulaklarımda Orhan Veli'den "İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı" şiiri, yanımda arkadaşım değil de sevgili Üstad..
Benim dünyam tam da buydu işte.. kendimi bir şeyin yerine koymak istiyordum.. o "boş, yalnız, üzgün ve buram buram hüznü yaşıyan kova" oluverdim aniden.. içimde bir deniz, evrenin tüm anaçlığına rağmen bana verdiği sadece bir buçuk bardaklık deniz suyu, kokmuş bir yosun parçası, üstüme yağan ve beni artırmaya çalışan yağmur damlaları, yüzüme yalnızlığıma şaşırmışçasına bakan birkaç insan.. ve ben bir ihtiyarın zekasına bağlıyım o an.. denizde oynadığı satrançta "şah ve mat" demeli ve zekiliğiyle bu oyunu kazanıp kurtarmalıydı bu yalnızlıktan beni..
Evet ben sadece bir kovaydım.. oysa çok da farklıydım.. küçük bir çatlağa sahip olmama rağmen ellerimle onarmaya çalışıyordum ve yama yapmıştım bütün eksiklerime.. ama hala yalnız ve yalındım.. içime alabildiğim kimse yoktu ve sadece Boğaza bakabiliyordum o küçük çatlaktan.. yağmur ise gözlerimden yağıyor, süzülüyor ve o sırada da bir şarkı söylüyordum: "İstanbul bugün yorgun, üzgün ve yaşlanmış, biraz kilo almış, ağlamış yine, rimelleri akıyor..."
O gün hiç olmadığı kadar gaddardı İstanbul..  hiç olmadığı kadar bencil ve zararlıydı herkes için.. baksanıza beni küçük, kırık bir kova yaptı.. ama belki de müteşekkir olmalıyım O'na.. çünkü artık ben su sızdıran bir kova olarak değil, bankta oturan ve kendini İstanbulun ihtişamına kaptıran bir nefes olarak yaşıyorum..
Tüm hüznüne rağmen teşekkürler İstanbul...

4 yorum:

  1. İstanbul işte, ne zaman ne yapacağı nasıl davranacağı hiç belli olmaz :)

    YanıtlaSil
  2. aynen öyle bölümdaş arkadaş :))
    İstanbul'a her seferinde farklı bir kıyıdan bakma taraftarıyım.. piyano sesleri eşliğinde de değişik bir İstanbul görebileceğimize inanıyorum ;) ne dersin? :)

    YanıtlaSil
  3. görüp görebileceğin en güzel istanbul'lardan biri olur kesinlikle derim :))

    YanıtlaSil
  4. ilkay akkaya'nın bir şarkısı var... "bir şarkı olsun gönlünde..." diye devam eder.. o halde biz de gönüllerimize bir şarkı koyarak görelim İstanbul'u..

    YanıtlaSil