20 Ocak 2011 Perşembe

YE (NİL) MEKTEYİZ !!!

Hangi tür açlığı doyurduğu belli olmayan program,  “Yemekteyiz”.
        Sezonlardır devam eden, halk tarafından kaliteli (?) olarak kabul edilen bir kanalın, ne gündüz  ne de akşam kuşağı olarak sayamayacağımız, bir ikindi vakti yapımıdır. Yarışmacıların itina (!) ile seçildiği, her bir grupta ayrı bir tartışma ve gündeme oturma potansiyeli taşıyan bu program, her hafta farklı bir polemiğe ev sahipliği yapıyor.
           Yemeklerin yanı sıra bir de konukhane/misafirhane diye adlandırabileceğimiz dört duvarlı imarlar, sahibinden sahibine değişmekte ve her biri ayrı ayrı gösterilirken, adeta bir malvarlığı beyanı yapılmaktadır. Arka planda konuşmayı yürüten bey/efendinin (?)  enteresan yorumları yarışmaya renk katmakta, fakat bu rengin hangi karışımlardan oluştuğu konusunda herhangi bir yoruma sahip olamamaktayız.
           Birçok ayrı yapımda da hem yergi hem de övgü konusu olmuş, farklı yorumlara tanıklık etmiştir. Kimi zaman taklit niteliği taşıyan bir formata misafirlik etmiş, kimi zaman da olumlu eleştiri almıştır.



          Orta yaş bayan izleyici kitlesine hitap eden Yemekteyiz, genellikle bir ‘tarif alma’ stratejisi olarak görülmektedir. Yeni yemek yapımları öğrenilirken, bayanların lügatına ait “gün” günlerinde (?), ‘ayol’ ile kurulan cümlelere misafirlik etmektedir.

     Birkaç haftada bir ‘Best Of The Yemekteyiz’ yapılmakta ve popülerliği kanıtlanmış,  -dürüst olmak gerekirse- polemiğe girmesi kuvvetle muhtemel kişiliklerden oluşan yeni guruplar oluşturularak, reyting çekme işlemi bir kez daha yapılmakta ve bu tekrarlama başarıyla sonuçlanmaktadır.

              Biraz da yarışmanın formatından bahsedelim. Puanlama sietemine  dayalı bu yapımda yarışmacının misafirlerini karşılama kıyafetine, eksiksiz menü çıkarmaya ve sofra düzenine de ayrı ayrı notlandırmalar yapılmaktadır.



          Tenkitimize sırasıyla başlayalım. Kimsenin bir diğerininkini beğenmediği fakat giyenin özenle müdafaa ettiği bu kostümler, aslında ne kadar çeşitli bir zevk sistemine sahip olan bir halk’a sahip olduğumuzu kanıtlamaktadır. Kulp takma deyiminden faydalanabileceğimiz bu durumda, her şey bir eleştiri konusu olmakta ve asla beğeni sınırlanırı içine girmemektedir –elbette ki katılımcılar için-.  Sofra düzenine değinmemiz gerekirse, kendini ‘alt tabaka’ olarak gören ve bu sınıflandırmayı şahsi olarak yapan bazı yurttaşlarımız, kullanılan materyallerin Türk milletini yansıtmadığını dahi savunabiliyor. Bu tabakalaşmaya kendi kendine dahil olan ve bu müdahilliği kişisel olarak yaratan insanlar, aynı tümceyi bir başkasından duyduklarında ivedi bir şekilde nefs-i müdafaa moduna geçebiliyor. Bu da aslında her şeyi su yüzüne çıkarmakta, kişiliklerin görünmeyen yüzlerini gün ışığıyla bütünleştirmektedir.

             Tüm bunlardan çıkarabileceğimiz tek mahiyet, “yemekte değil yenilmekte olduğumuz bir yeniliş öyküsüdür”.

HANİFE ŞİŞEN...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder