30 Mayıs 2011 Pazartesi

... ki ...

Desem ki sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin;
Nimettensin, nimettensin!

//C.S.T.//

'duk..

Hem onsuz uyuyamıyordum, hem de çok yalnızdım. Ben ondan uzaklaştıkça, o da benden uzaklaşıyordu. Uzaklaştıkça ruhumuz üşüyor, üşüdükçe de örtünüyor, birbirimizden gizleniyorduk. Gizlendikçe daha bir yalnızlaşıyorduk...
 
//Cezmi Ersöz//

k/ADIN..

Kahkahaları vardır bu kadının, çın çın eder odaların duvarlarında. Sesi güzel olur kadının, biraz buğulu...
Arada bir pencereye yaslar başını,sokağa dalıp gider, bir şarkı söyler. Olgunluğuyla şaşırtır erkeği.
Bazen de öyle çocuk olur, öyle sağlam saçmalar ki,
yine, yine şaşırtır onu.Sıkmaz kadın,
bunaltmaz, yaşa yaşa bitmez.
//CAN YÜCEL//

çok aşık..

Ben insan değilmişim,
mutlu edemezmişim seni
Zamansız gidermişim, yarım bırakırmışım,
sonları hiç sevmezmişim
Ama ben çok, çok, çok aşığım sana...


(ne çok olmuş bu şarkıyı dinleyeli.. 10 ay kadar öncesi / 10 ay kadar ölünesi..)

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Özledim Seni ...

Ayrılık yüreğimi uyuşturuyor karıncalandırıyor nicedir.
Beynimi uyuşturuyor özlemin…
Çok sık birlikte olmasak bile
benimle olduğunu bilmenin
…bunca zamandır içimi ısıttığını
yeni yeni anlıyorum.
Yokluğun,
hatırladıkça yüreğime saplanan bir sızı olmaktan çıkıp
mütemadiyen bir boşluğa.
Sabahları seni okşayarak başlamaları
aksamları her işi bir kenara koyup
seninle baş başa konuşmaları özlüyorum.
Oynaşmalarımızı,
yürüyüşlerimizi,
sevimli haşarılığını,
çocuksu küskünlüğünü…
Nasılda serttin başkalarına karşı
beni savunurken;
ve ne kadar yumuşak
bir çift kısık gözle kendini
ellerimin okşayışına bırakırken.
Gitmeni asla istemediğim halde
buna mecbur olduğunu görmek
ve sana bunları söylemeden
”git artık” demek…
”Beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk
kavuşacaksın mutluluğa”
demek sana nede zor.
Seni görmemek ve belki yıllar sonra
karsılaştığımızda,
bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden…
Yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek….

Can Yücel

7 Mayıs 2011 Cumartesi

Yarım Yamalak
Gecenin yarısı;
bir kitabın orta yerinden başlamak gibiydi seninle birlikte olmak..
Başını anlamadan sona yaklaşmak.
Sonunu okuyamadan uyuyakalmak..
…Ve uyandığında kaldığın sayfayı karıştırmak.
İşte böyle birşeydi seni yaşamak…
Yarım yamalak…!!!

CAN YÜCEL..

4 Mayıs 2011 Çarşamba

ZİHİN-NİYET.. ?





Medya ve sansür..

Sansür için biraz "ekşi sözlük" yorumlarına bakmaya ne dersiniz?

** önceden denetleme işi... neyi görüp neyi görmeyeceğimize, neyi okuyup neyi okumayacağımıza başkalarının, devletin karar vermesi... kontrol altında tutmak için gerektiğine inanılan yasakların bütünü... sansür sıkılaştırıldığı sürece delinir; engel olunamaz.



Görüldüğü üzre hep bir kontrol, hep bir kumanda paneli var ömr-ü hayatımızda tıpkı bloglarımız gibi. Sahi ya bloglarımız da denetlenmiyor muydu? Her neyse. Devlet babayı(!) çok yormayalım bu vakitte.



Gölgemiz bile izlenir olmuş. Öyle ki, yaptıklarımızı bırakın, yapmayı planlama gayesi içinde bulunduğumuz mecraları dahi takip etme ihtiyacı içinde bir hayat süren kişilik(?)ler var. Buna sahip olmasalar da.




Ha bir de "yasakçı zihniyet" denen bir kavram var. Yasak ve zihniyet yan yana gelebilir mi? Yani zihne bağlı olan fonksiyonel bir ileti yasakla harmanlanabilir mi? Komik !


SEVGİLİM BEN ŞİMDİ
Sevgilim ben şimdi büyük bir kentte seni düşünmekteyim
Elimde uçuk mavi bir kalem cebimde iki paket sigara
Hayatımız geçiyor gözlerimin önünden
Çıkıp gitmelerimiz, su içmelerimiz, öpüştüklerimiz
"Ağlarım aklıma geldikçe gülüştüklerimiz".
Çiçekler, çiçekler, su verdim bu sabah çiçeklere
O gülün yüzü gülmüyor sensiz
O köklensin diye pencerede suya koyduğun devetabanı
Hepten hüzünlü bu günlerde
Gür ve çoşkun bir günışığı dadanmış pencereye
Masada tabaklar neşesiz
Koridor ıssız
Banyoda havlular yalnız
Mutfak dersen - derbeder ve pis
Çiti orda duruyor, ekmek kutusu boş
Vantilatör soluksuz
Halılar tozlu
Giysilerim gardropda ve şurda burda
Memo'nun oyuncak sepeti uykularda
Mavi gece lambası hevessiz
Kapı diyor ki açın beni kapayın beni
Perdeler gömlek değiştiren yılanlar gibi
Radyo desen sessiz
Tabure sandalyalardan çekiniyor
Küçük oda karanlık ve ıssız
Her şey seni bekliyor her şey gelmeni
İçeri girmeni
Senin elinin değmesini
Gözünün dokunmasını
Ve her şey tekrarlıyor
Seni nice sevdiğimi

//CEMAL SÜREYA//

3 Mayıs 2011 Salı

4 TEKERLEKLİ SEVMEK..













elleri tebeşir kokan bir ilkokul çocuğunun,
iki yanından ok çıkardığı bir kalp gibi.


rengi belli;


zülüfleri başının örtüsünden, baş örtüsünden sarkan,
ve her sabah imamla birlikte seherin gelişine eşlik eden Züleyha'nın
yanaklarının rengi; "kırmızı"..


kırmızı ise şehirdeki süslü yosmanın,
arasından 'bir sevmek geçecek kadar açık'
ve 'aşık olunacak kadar hacimli' dudaklarına sürdüğü boya..


boyayı Muzaffer abi getirmiş taa Alamanyadan.
sürünsün ve süslensin istemiyor oysa ki,
lakin yosmanın itikat edeceği tek söz;
'peydahlama' metodunu kalite-kontrol yöntemiyle tedavüle geri kazandırmak..


çocuğun babası Kazım olacak bu evvelden belli
anasının karnından çıktığı ilk saniye vurulmuş yavuklusuna


yavuklu ne demek bilinmez
sanki yamuk/yumuk bir şey gibi
sahi ya aşk da öyle değil mi?


derken, Eminönü'nde bir balık.
çıkmış Haliç'e,
kendini bulmak istiyor.
atmış oltayı denize.
deniz yosun kokuyor,
yosun ne yeşil, ne mavi.
ne rengi belli, ne de şekli.


bir nefes çekiyor soluklarına
hiç bırakmıyor amma
bir kez daha içine alası var bu kokuyu.
bir nefes, bir nefes daha.
aralıksız..


durakta bekleyen genç kız yeni ayrılmış sevdiğinden.
afedersiniz bölüyorum ama ayrılmak ne demek?


ten denen et parçasının prangaya tek başına vuruluşunun isyanı değil midir?


her neyse, kız az sonra yaslanmış camına dört tekerleklinin camına,
bir şeyler karalıyor ama görmek ne mümkün
kalem hakikaten de kapkara/zifiri.
bakışları da öyle keza, öfkeli.


öfkesi ayrılıklara değil, pişmanlıklara asla.
lakin kızın şikayeti "özlemek" denen o lanetliğe.
bir kez daha her neyse..


tam şu anda iki adım ötede, bir camii.
içine girip dua etmek isterken ademoğlu,
Rab sormaz mı kuluna
"nedir her randevuya geç gelişinin yahut hiç gelmeyişinin nedeni?"


oysa ben Sevgiliyi asla bekletmemişimdir.
Hak'tan öte sevgili?


"derin mevzu bunlar aga" der ya sokak çocukları (?)
bu mevzu da aynen öyle.
peki ya bir kez dahi sokak çocuğu olmayı tadamayan,
ancak bodrum kattaki evlerinin hiç olmayan balkonuna
çizdiği seksek ile "ben çocuğum" diyebilme hazzını yaşamaya çalışan Ali,
nam-ı diğer cin Ali, cin ne demek bilir miydi?


uzaktan ritimli sesler geliyor ancak biraz korkutuyor.
mahallede yeri bulunmayan bakkal mı geçirmiş trafik kazasını?
kan/sız deniyor bize, yardım etmek isteyince kazazedeye.


bu ülkede bütün küfürleri yedikten sonra sahip olduğum
"elleri tebeşir kokan çocuğun çizdiği kalp" ve "zülüfleri sarkan Züleyha'nın yanakları"
kadar al bir kalbe sahip oluşum ne için yadsınır ki?
bilinmez..


telgrafa yazılır birkaç satır aşk,
ve postalanır sevgilinin gözlerinden omuzlarına uzanan boynuna.


derken dere tepe düz gidilir ve nihayetinde yolun sonuna gelinir.


gökten 3 elma düşer ve ayrılan otobüs ile;


"...4 tekerlekli sevmek biter..."


HANİFE ŞİŞEN